George Orwell
George Orwell 1903-1950 arasında yaşamış ve eserlerini
İngilizce olarak yayınlamış önemli bir üstattır. Hayatı genellikle sefalet ve
fakirlikle geçmiş diğer başarılı yazarlar gibi Orwell'ın da eserlerinde
deneyimlerini kullandığı söylenir.
Hayvan Çiftliğinin oyununu izledikten sonra Orwell
ile tanışmış oldum bende. Genel olarak kitap okumayı daha çok seven bir insan
olarak oyun beni çok etkilemişti. Orwell'ın keskin zekası olayları neden ve
sonuçlara hissettirmeden bağlayabilmesi çok hoştu. Oyuncuları da unutmamak
lazım tabi, oyun boyunca parmak ucunda seken atları izlerken kendi ayağımdaki tedirginliği
hala oyunu hatırlarken hissederim. Sonrasında hemen gidip kitabını okumaya
koyuldum bunun üstüne de.
George Orwell solcu bir gazeteci olmasına rağmen o dönemin sosyalist düzenini ve Stalin
yönetimini Hayvan Çiftliği ve 1984 romanlarında başarılı bir şekilde
işlemiştir. Genel olarak hikayelerinde otoriter ve baskıcı düzeni, ve buna bağlı olarak
topluluk psikolojisinin evrimini konu ediniyor. Kitaplarında yaşadığı dönemden etkilendiği
tartışılmaz bir gerçektir.
Hayvan Çiftliği romanında ilk ismi Beylik olan bir
çiftlikte yaşayan hayvanların halihazırda var olan adaletsiz ve erkli düzene buldukları bir
bildiri sayesinde (devrimci bildiri Karl Marx ütopyasına gönderme) ayaklanması
ve yönetimi ele geçirmesiyle başlar ve çiftlik yönetimini, eski düzeni aratmayacak hatta daha baskıcı bir rejim sunan domuzların
devralmasıyla devam eder. Yeni yönetimdeki domuzlar Stalin rejimi resmidir.
Domuzlar zamanla bildirideki şartları değiştirirler ve kendi istedikleri şekle
getirerek yeniden totaliter düzen uygulamasına geçerler. Bu sırada çiftlikte
yaşayan eski düzene ayaklanmış hayvanlar ise yeni rejime ayak uydurmaya devam
ederler. Orwell çarpıcı bir şekilde var olan çarkın her zaman SADECE bazı
kişilerin yararına döndüğünü ve bunun her zaman bu şekilde devam ettiğini
anlatır.
1984 Orwell'ın ölmeden önce yazdığı son romanı. Uzun yıllar merak ettikten sonra Hayvan
Çiftiği'ni okuduktan sonra fırsat bulabildim okumaya. 1984 de Big Brother
isimli, kim olduğu tam olarak bilinmeyen bir figür tarafından yönetilen Britanya'yı anlatılıyor. Kitapta kominizimin bozulmuş ve yanlaşmış
tarafları konu ediniliyor ve eleştiriliyor. Romanda hayatın her alanı otomatize
ediliyor, insanlara ortak dil olarak (İngilizce'nin kullanımına gönderme) son
derece basit tek kelimelik emirlerden oluşan çoklu heceli kurallar oluşturulup kullanıma
zorlanıyor. Üstelik zamanla tarihsel olaylar değiştiriliyor ve sanki var olan düzenin yaşam için ideali olduğu, bunu haricindeki bütün yönetimlerin en kötüsü olduğu inandırılıyor. Kölelik ve nefrete dayalı, eşitlik ve özgürlük kavramlarının yasaklandığı bir ülke kuruluyor. Romanda insanların böyle bir düzene nasıl zamanla uymaya alıştığı
ve sorgulama hakimiyetlerini kaybettiği net bir şekilde anlatılıyor. Kitapta yaratılan farkındalık aslında nesiller geçtikçe insanların geçmişte yaşanan olayları unuttuğu ve bu olayları hiç gözlemleyememiş nesillerin ise gerçek olayları asla bilemeyeceği. Romanı okurken eğer bu düzen içerisinde yaşayan ben olsaydım ne yapardım diye sormadan edemedim. Hafızaya yenik düştükten sonra elde ne kalır? Bize anlatılan tarihe ne kadar inanacağız? Yada neye inanacağız? Şu sıralar bu sorular sık sık sorulmalı....
Kitaplarında olayları abartılı bir şekilde anlatması
hikayenin çarpıcılığını artırıyor ve büyük resmi daha detaylı görmenizi
sağlıyor bence. Zaman zaman okurken kızıyor sinirleniyor ve küçük detaylar
olarak görülebilecek günlük hayatımızda yaşanan olayların esasında
ulaşabileceği noktaları daha net görüyorsunuz. Bence Orwell romanlarının
(aslında 2 tane okudum sadece ama) temel özelliği yaşanan olaylardan çok olgu
bütününe odaklanıp hiç bir zaman değişemeyecek (kapitalist sistem gibi -
maalesef) sistem bütünlüğünü anlatması. Bunu sonu size yarım kalmış gibi gelen ve
mutlu bitmeyen sonlarından da anlayabilirsiniz. Bu yüzden Orwell yalnızca yaşadığı
dönemi anlatan bir yazar olmaktan çok evrensel çok zamanlı bir yazardır bence.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder