KAFAMDA BİR TUHAFLIK
Normal şartlarda
hani o “çok satılan” raflardaki kitapları alıp okumayı sevmem. Neyi ne zaman
okuyacağımı hal ve ruhiyetim belirlesin isterim. Bu yüzden de sanırım kütüphane
rafları arasında dolaşıp o zaman için kitap seçmeyi de seviyorum. Orhan Pamuk
okumayı da itiraf etmem gerekirse bahsettiğim nedenden dolayı hep biraz
ötelemişimdir. Önyargıların da kırılması için gereken şey ise bazen özüne
güvendiğiniz bir arkadaşınızdan aldığınız bir tavsiye ile sıcak bir kitap
yorumu olabilir. İşte bende Orhan Pamuk’un kaleminden Kafamda bir tuhaflığa bu
şekilde ulaştım.
Sanırım
arkadaşımın güzel anlatımı sayesinde kitaba bolca heyecanla başladım ve bu
sonuna kadar da sürdü açıkçası. Bu
sıralar içinde bulunduğum kitap iştahsızlığımı da umarım ki aldı J Orhan Pamuk’u herkes kadar ben de dili
güçlü bir yazar olarak görür, fazladan da biraz korkardım açıkçası. Fakat
Kafamda bir tuhaflık bunu da aldı götürdü. Uzun zamandır dinlediğim en iyi öykü
diyebilirim bu kitap için, okuması kolay, akıcı ve anlatımı güçlü. Öyküde
olayların sıralanışı ve uzun bir zaman dilimini kapsaması bakımından Yüzyıllık yalnızlığı
anımsattı aslında bana (anne, baba, çocuklar, torunlar, torunların büyümesi vs).
Kafamda bir
tuhaflık, çocukluk yıllarında babasının yanına köyünden İstanbul’a boza-yoğurt
satmaya gelen Mevlut’ün hikâyesi. Kitapta yaklaşık 50 yıllık bir süreç
anlatılıyor aslında, bu da İstanbul’un yıllar süren kentselleşmesine, Türkiye’nin
geçirdiği siyasi gelişmelere ve insanların bu süreçte uğradıkları erozyona ayna
tutuyor. Yıllar boyu süren tek bir şey var
oda Mevlut’ün ayrılamadığı bozacılık. Kişilik
olarak saf ve naif olan Mevlut ise bu öyküde kendi yerini sorguluyor bu
gelişmelerle, acaba niyet midir asıl olan yoksa kısmet mi?
