Merhabalar, ben Kübra.
Kitapları ve kitap okumayı çok seviyorum. Kitaplar benim yol arkadaşlarım ve bazen de çıktığım yolculuklardır. Küçüklüğümden beri her türlü alanda kaliteli olduğuna inandığım kitapları okurum. Okuyup genelde de olumlu düşüncelere sahip olduğum kitaplar ile ilgili yorumlarımı mümkün olduğunca spoilera bulaşmadan yazıyorum. Yazma amacım okuduğum kitapları unutmamak iken bir taraftan da ne okusam diye düşünen arkadaşlarıma fikir olmaya evrildi. Kenara köşeye de ruha gıda kendi çektiğim fotoğrafları serpiştirdim, umarım keyif alırsınız.

Mutlu okumalar!

7 Nisan 2015 Salı

Franz Kafka

Franz Kafka

Kafka Çek Alman asıllı bir ailenin altı çocuğundan biridir. Prag da doğmuş büyümüştür. Baskıcı, sevgisiz ve güçlü bir baba ve çoğunlukla ezik kalan hoşgörülü bir anne tarafından dünyaya gelen Kafka annesi ve babasının dönemlerinde bir çok soylu aile gibi ticaretle uğraşıp evle zar zor ilgilenmesi sebebiyle evdeki mürebbiye ve aşçılar tarafından büyütülmüştür. Kafka'nın büyüdüğü çevre siyasi fikirleri ve yazılarına son derece etki etmiştir. Sevgiden yoksun bir şekilde büyüyen yazar genç yaşında akciğerlerinden hastalanması sebebiyle de sergin bir yaşam geçirip hiç bir zaman sevmediği memuriyetliğinden de erken yaşta emekliye ayrılmak zorunda kalmıştır. Aile hayatında bulamadığı bağlılığı ve sevgiyi umarsızca dışarıda aramıştır. Genelde zor ilişkileri seçme nedeni de budur sanırım. Son 6 ayını Berlin de birlikte yaşadığı Dora Diamant dışında mutluluğu yakalayamamıştır.  Kafka yaşadığı dönemlerde yazılarına hiç güvenmiyordu bu nedenle de genellikle yazılarını yok etmiştir. Kendi yaşadığı sırada yayınlanmış 3-5 ederi ise onun tanınmasına yetmemiştir. Ancak kendisi öldükten sonra aslında yakılmasını rica ettiği el yazmaları yayınlanmış ve 1950li yıllardan sonra hak ettiği üne kavuşmuştur.

Franz Kafka'nın iç psikolojisini, hastalığını ve aile ilişkilerini en açık bir şekilde anlattığı kadına yazdığı mektuplardan anlayabiliyoruz. Mektupları kendisinden bir hayli küçük Alman bir yazar olan Milena'ya yazmıştır ve ölümünden sonra en yakın arkadaşı tarafından kitap şeklinde "Milena'ya Mektuplar" ismiyle toparlanmıştır. Kitapta sadece Kafka'nın yazdığı mektupları okuyabiliyoruz bunun nedeni ölmeden önce Kafka'nın kendi yazdığı her şeyi mektuplarıyla birlikte yakmasıdır sanırım.  Mektupların başından sonuna bir çeviri teklifiyle başlayan ve gelişen aşk öyküsüne tanık oluyorsunuz. Aynı zamanda Kafka'nın gel-gitlerine, hastalanmış ruhuna, yalnızlığına ve sevgiye olan açlığına şahit oluyorsunuz. Oto biyografi olarak da düşünülebilecek eseri bir insanın asında özel hayatına (sonuçta mektupları Kafka Milena dan başka kimsenin okuyacağını bilmeyerek yazdı) müdahale olarak frakında olarak okumak lazım. Düşünün ki sizin facebook mesajlarınınız ilerde kitap haline getirilmiş  :). Mektuplarda zaman zaman kesik cümleler üstü karalanmış kelimeler dahi var. Açıkçası biraz fazla etkilendiğim kitaplardandır benim çünkü Kafka cesaretsizliği ve bastırılmışlığına bu mektuplarda çok net tanık olunuyor. Platonik olarak başlayan çaresiz umutsuz bir aşkı gözlemliyorsunuz. Kitap haline getirilmiş diğer mektupları ise bir başka aşık olduğu kadın Fellice ve babasınadır.

Kafka'nın en çarpıcı eseri aslında "Dönüşüm" bir başka adıyla  "Metamorfosis"dir. Dönüşümde baş karakter Gregor Samsa evinin geçimini üstlenmiş bir memurdur. Kitapta Gregor'un bir sabah uyanır ve kendini böceğe dönüşmüş halde bulur.  Sonrasında ise sırasıyla Gregor işe gidemeyeceğini anlar ve ailesinin geçimini sağlayamadığı için dışlanır çünkü geçim masrafları artık babanın ve kardeşinin üstüne kalmıştır. Bu sırada kitapta dikkat edilmesi gereken unsur böceğe dönüşen Gregor'un bir utanç kaynağı olmasıdır hatta bu yüzden de dışarı dünyadan saklanıp üstüne kilitli bir odada kendi kaderine bırakılır. Kafka psikolojisinin en net yansıtıldığı kitaptır Dönüşüm. Kafka'nın üzerindeki baba figürünün önemli etkisiyle geliştirdiği ezikliği, savunmasızlığı ve çaresizliği gözlemleniyor. Aslında bu kitabın Kafka'nın kendi çirkinliğine yaptığı gönderme olduğunu söyleyenler de var.

Dava benim Dönüşümden sonra okuduğum ikinci Kafka romanı. Dava içerik olarak işlediği suçu bilmeden yargılanan yine bir memurun hikayesini anlatıyor. Kaldığı pansiyonda iki adam tarafından uyandırılan Josef K. bilinmeyen bir suç yüzünden tutuklanır. Tutuklandıktan sonra K. ne suç işlediğini, suçlu olup olmadığını yada nasıl yargılanacağını bilmemektedir. Tutukluluk süresince ilginç, aslında rüya gibi fantastik, bir mahkeme tarafından yargılanır ve ölüm cezasına çaptırılarak bir gece taş ocağına götürülerek öldürülür. Hikaye size bu şekilde anlatılırsa bir hak arama, özgürlük arayışı gibi gelebilir fakat Kafka Davayı anlatırken kesinlikle K.'nın ne suçu işlediğine değinmez, hatta hikaye boyunca bu duruma biraz gıcık olursunuz. Yargılandığı mahkeme de normal bir bina yerine iç içe geçmiş odacıklardan oluşur. Hikaye boyunca K. işlediği suçtan alacağı cezayı hafifletmeye ve en uygun avukatla anlaşmaya çalışır. Bu sırada K. yı tutkulu bir savunma yaparken göremezsiniz, bu Kafka'nın basık karakterinin bir simgesidir aslında. Ölüm cezasından sonra apar topar alınıp götürülürken de karşı koymayı düşünmez bile, sanki her nasılsa K.nın da ölmek istediğini hissedersiniz.

Kafka'nın beni etkilediği üç kısa hikayesi de "Açlık Sanatçısı", "Fare Josefine" ve "Ceza Kolonisi"dir. Bu üç öykünün bana göre ortak yanı Kafka'nın insanları acı çekenler ve bunları izleyip zevk alanlar şeklinde ikiye ayırmasıdır. Açlık sanatçısı olarak canlandırılan karakter, kendisini meydan üzerinde bir kafese koydurarak belirli süre aç kalmasını sergiler. Zamanında çok meşhur olur olan sanatçının ünü yavaş yavaş söner ve en sonunda bir sirkte hayvanlarla birlikte sergilemeye başlar. Başarısızlığının asıl nedenini kaçak yemek yemesinin düşünülmesine bağlayan sanatçı daha da uzun aç kalabildiğini göstermek ister ve artık zayıflayan bedeni yanındaki samanların arasında kaybolup gider. Fare Josefine de artık sesi eskisi kadar beğenilmeyen bir sanatçıyı anlatır.  Artık kendisine olan ilgi azalmıştır ve Josefine'in sesi de beğenilmemektedir. Bu şekilde yalnızlaşan fare de kendini kalabalığın arasında kaybeder. Ceza kolonisi diğer hikayelere göre daha çarpıcıdır. İş seyahatine çıkmış bir adamın hapishane tarzı bir kolonide cezası ne olduğu bilinmeyen yalnızca ağır veya hafif suçlu olarak nitelendirilen mahkumların ilginç bir işkence makinesiyle öldürmelerini izlemesini anlatır. İşkence makinesi en küçük detayına kadar büyük bir hayranlıkla abartılarak anlatılır. Bu şekilde işkence gören mahkumların ölümleri neredeyse zevkle aktarılır. Fakat Kafka sonlarına yakışacak şekilde yine ne suç işlediği bilinmeden iş adamı da kendini bu aletle işkence çekerken bulur.


Franz Kafka kitaplarını okumak insanı biraz güçten düşürüyor, bu yüzden ben peş peşe okumamaya çalışıyorum açıkçası. Yine de benim en değer verdiğim yazarların başında gelir kendisi. Henüz okuma fırsatı bulamadığım iki büyük eseri de Şato ve Amerika da sırada bekliyor okunmak için. Kafka üzerine söylenmiş ve söylenecek çok şey var doğrusu, yazdıklarım bazı bilgiler dışında kendi görüşlerimi içeriyor. Kafka'yı eleştirmek ne haddime, yanlış bir şey yazdıysam affola :)

Hiç yorum yok: