Sürgün Gezegeni
Sürgün
gezegeninin başında 1970’li yıllarında yazmış olduğu çok güzel bir önsöz var.
Kendisinin feminist bir kadın yazar olduğu çokça bilinir, zamanında kendisine
biraz da eleştirici bir şekilde neden hep kadınların dilinden öyküleri
anlattığı sorulur. Ursula’nın cevabı gerçekten çok güzel ve düşündürücü. Diyor
ki nesiller boyu erkeklerin hikayesi anlatıldı çünkü onlar hakkında yazmak daha
kolay; onlar güçlüdür çünkü kan dökerler, savaşırlar ve cesaretlerini bu yolla
kolayca gösterirler. Peki ya kadınlara ne düşer bunu izlemek. Kolay olanı
seçmek her zaman daha kolaydır, peki ya vicdan diğer yoldan gitmeyi seçtiyse? İşte
o zaman yürek yanar tutuşur ve kızar. Ve ben kızgınım!
Gerçek şu ki
kadınlar hakkında yazmak herhalde daha zordur, hele ki 1960’lı yıllarının
kadınlarından bahsediyorsanız. İçin için dolup taşan gürleyen fakat sahnede bir
türlü hak ettiği rolü alamayan kadınlar. Bunları okumaktan zevk aldığım için herhâlde
ben de bir Ursula hayranıyım.
Ursula K. Le Guin
bilimkurguyu hafif fantezi dünyası ile karıştıran muhteşem kadın. Sürgün
gezegeni sosyalizmi ana konu olarak işlemek dışında aslında birbirinden ne
kadar farklı olarak görünseler de insanların (uzaylılar diyerek bütün
gezegenlerde yaşayan canlıları kastetmeliyim aslında) yaşamdan beklenti olarak
ne kadar aynı olduklarını anlatıyor. Kendi ulusu içerisinde kadın olarak
sıkışmış fakat özgür ruhu canlı Rolery ve dünyada sürgün kalan diğer ulusun
cesur lideri Jakob’un hızlıca gelişmiş imkânsız sevgileri görünmez duvarları
yıkmak adına atılmış fakat bir yandan da bütün planları alt üst eden bir
eylemdir öyküde. Kim kimin ötekisi, kim insan kim yabancı ve bunlara kim karar
verir? Ursula’nın dünyasında yapılan sessiz yolculuğun ardından sizin de
kafanızda küçük soru işaretleri belirmesi dileklerimle..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder